Anadolu’dan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Gençler Burada

Meclis Deneyimi Yazısı – Esra Bekmez

Ben Esra. Hatay/Antakyalıyım. Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi son sınıf öğrencisiyim. Üniversiteye başladığımdan bu yana birçok sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak yer aldım, yerel ve uluslararası düzeyde çeşitli projelerde aktif görev aldım. Ama esas ilhamımı, çocuklukta, toprakla iç içe büyüdüğüm bir evde buldum. Ben nesillerdir tarım yapan bir ailenin ferdiyim. Küçücükken öğrendim toprağın bereketini, suyun kıymetini, havanın hassas dengesini… Gözümün önünde değişti her şey. Tarım arazileri birer birer ranta açıldı. Su kaynaklarımız madencilik uğruna kirletildi. Ormanlar kesildi, taş ocaklarına çevrildi. Havanın kalitesi bozuldu, mevsimler kaydı. Bir çocukken sezdiğim bu kırılmayı artık genç bir kadın olarak iliklerime kadar hissediyorum.

İklim krizi artık bir bilimsel olgu değil, hayatlarımızın ta kendisi. Depremi yaşadım ben. Saniyeler içinde bir kentin nasıl yerle bir olduğunu, insanların enkaz altından yükselen çığlıklarını, altyapının çöküşünü gördüm. Ama beni en çok yıkan, depremin kendisi kadar, sonrasında olanlardı. Molozlar kuş göç yollarına, zeytinliklere, geçici barınma alanlarının dibine döküldü. İçinde asbest olan bu yıkıntılar su kaynaklarımıza, toprağımıza karıştı. İnsanlar kansere, belirsizliğe, umutsuzluğa mahkûm edildi.Ve biz hâlâ kentleri dirençli hale getirmekten değil, sistemin sürdürülebilirliğinden söz ediyoruz. Getirilen İklim Kanunu tasarısı da bunun acı bir örneğiydi. Doğayı ve insanı değil, karbon ticaretini merkeze alıyor; sera gazı azaltımı için hiçbir somut hedef koymuyor; fosil yakıtlardan çıkış için takvim belirlemiyor; emisyonu değil, emisyonun fiyatını düzenliyor. Sözde “adil geçiş” vaadiyle işçileri oyalıyor, halkın katılımını dışlıyor. Kısacası; yaşanan felaketleri yok sayıyor ve daha da beterine kapı aralıyor.

İşte bu nedenlerle, 11 Mart günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giden grubun bir parçasıydım. Değişim Elçileri Programı’nın gönüllüsü olarak; çevre platformlarının temsilcileriyle birlikte, bu kanunla ilgili kaygılarımızı ve taleplerimizi milletvekillerine doğrudan iletmek üzere meclisteydik.  Hacettepe’den bir arkadaşım daha bizimleydi. Gençlik adına orada olmak hem gurur, hem yük, hem umut, hem öfke taşıyordu bizim için.

Meclise ilk kez adım attım. İlk kez milletvekilleriyle birebir görüştüm. Sabah erken saatlerde girdiğimiz meclisten akşama kadar çıkmadık. CHP’nin Tarım Komisyonu’ndan DEM’in Grup Başkanvekilliğine, Gelecek Partisi’nden İYİ Parti’ye kadar birçok farklı partiden vekille görüştük. Her odada farklı bir yüz, farklı bir tarz, farklı bir siyaset vardı. Kimisi sizi ciddiyetle dinliyor, notlar alıyor, elinden geleni yapacağını söylüyordu. Kimisi ise daha siz söz almadan “zaten gerekeni yapıyoruz” diye uzun uzun kendi çabasını anlatıyordu. Bir vekil umut veriyor, bir diğeri sistemin çürümüşlüğünden dem vuruyordu. Kimisi varlığımızdan güç aldığını söylüyor, kimisi çabamızı pek de kaale almıyordu.

Gün boyunca çok şey hissettim. Şaşırdım, kızdım, umutlandım, hayal kırıklığına uğradım. Ama en önemlisi: Gözlemledim. Sistemin dışarıdan göründüğünden çok daha karmaşık, çok daha katmanlı olduğunu anladım. Bilmediğimiz nice dinamiklerin kararları şekillendirdiğini, mücadelenin yalnızca içerikten değil, üsluptan, ilişkiden, ısrardan da beslendiğini gördüm.Ve en güzeli… Bu çabanın sonucu oldu. CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, genel kurulda görüşülmekte olan İklim Kanunu’nun, muhalefetin ve sivil toplumun direnciyle geri çekildiğini duyurdu. Bu bizim zaferimizdi. Sokaktan meclise taşınan sesin, sosyal medyadan karar alıcılara ulaşan çığlığın sonucuydu bu.Sonuç olarak, daha önce fikirlerini yalnızca sosyal medyada ya da STK toplantılarında dile getirebilen bir genç olarak bu meclis ziyareti benim için çok kıymetliydi. Orada olmak, yalnızca fiziksel bir varlık değil, ses, söz ve direnç sahibi bir yurttaş olmak demekti. Bu sürecin bana kattığı farkındalık, belki de bir ömür boyu yolumu şekillendirecek. Ve ben artık biliyorum: Bir şeyler değişebilir. Yeter ki susmayalım, vazgeçmeyelim.

Ayça Yıldırım

Ben Ayça, Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencisiyim. Bölümüm gereği iklim ve çevre politikalarının teorik kısmıyla çok iç içeyim; yıllarca aynı anlaşmaları, ülkelerin verdiği sözleri ve bunları tutamayışlarını makalelerden ve sanki iklim krizi bizim dışımızda bir vakumun içinde yer alan, yalnızca incelenecek ve üstüne konuşulacak bir objeymiş gibi davranan kitaplardan okudum. İklim krizini ve bunun sonuçlarını yaşayan ve gelecek nesillerine de bırakacak bir insan olarak bakmaya başladığım noktada, iklim krizinin teoriden ve istatistiklerden ibaret olmadığını gördüm. 

Benim yaşadığım doğa, çocukken gördüğüm doğa değil, soluduğum hava aynı hava değil ve bununla ilgili bir şeyler yapmıyor olmak insan olma refleksime ters gelmeye başladı. Ben Lüleburgaz’da doğdum, tüm bu teorilerden arınmış şekilde yalnızca sağduyuyla Ergene Nehri’ni savunan insanları izledim ve bütünümle ait olduğum doğanın benim sorumluluğumda olduğu bu şekilde içime ilmek ilmek işlendi. İlk gençliğim sanayi şehri Kocaeli’nde geçti, her sabah okula gitmek için uyandığımda korkunç fabrika kokuları ve etrafımda bu sanayiden etkilenen insanların hastalıklarını kabullenmiş şekilde büyüdüm, tüm bunları içselleştirdim. Üniversite okumak için Ankara’ya geldiğimde ise, bu kabullenişin kader olmadığını ve değişimin elimde olduğunu farkettim. 

Değişim Elçileri’nin bir parçası olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gitmek de bunun en somut tezahürü oldu. Tıpkı iklim ve çevreyle ilgili uzak ve üstenci teoriler gibi, “temsiliyet” gibi modern demokrasilerin yapıtaşını oluşturan bir kavram da bana çok uzaktı ve temsil edilen halkın ta kendisi olarak karar alıcıların kapısına gidip gerçek değişim talep etmek, açıkçası çok mümkün gelmiyordu. Ancak yaptığımız tam olarak da bu oldu. Bizim oylarımızla seçilen, bizi temsil eden insanların önlerinde oturup değişim, kağıt üzerinde değil, gerçek değişim ve gerçek iklim adaleti talep etmek bana bu mücadelenin tam içinde olduğum ve bir şeylerin gerçekten değişeceğine dair özgüven verdi. Beni temsil eden insanların aslında bana ne kadar yakın olduklarını gördüm, bazılarının gerçekten iklim krizini kendi kişisel meseleleri olarak mücadelelerine dahil ettiklerine şahitlik ettim.

Değişim isteyen gençleri temsilen orada bulunmak da gurur vericiydi, çünkü eğer değişim gelmezse kimin etkileneceğini karşılarında görmek bu değişimi sağlaması için gerekirse zorlamamız gereken insanlar için önemli. Mecliste milletvekillerinden de çok şey öğrendim, milletvekillerinin bu ülkede olan çevre kıyımlarına karşı durduklarında yaşadıkları olayları dinledim ve beni temsil eden insanlara hiç olmadığım kadar yakın hissetttim. Bunun sonucunda, bizim ve gerçek değişim için uğraşan insanların çabasıyla, İklim Kanunu’nun geri çekilmesi, bana mücadelenin neresinde duruyor olursam olayım, sesimin önemli olduğunu ve bu mücadelenin bir parçası olmanın asla boşa gitmeyeceğini gösterdi.

Erişilebilirlik Aracı